"... hatta Abdülhak Şinasi..." SELİM İLERİ
14/03/2010
Ölümünün onuncu yılında, 2003'te gerçekleştirilmiş Sâmiha Ayverdi Sempozyumu'nun bildiriler kitabı aynı yıl yayımlanmış ama, ben ancak geçen cumartesi edinebildim. Kubbealtı'nın cumartesi söyleşilerinde, Mehmet Nuri Yardım armağan etti. Hem cumartesi gecesi, hem pazar bütün gün bildirilerle baş başaydım.
Sempozyum günlerinde izleyiciye sunulmuş sinevizyon gösterisinin senaryosunu A. Yağmur Tunalı kaleme getirmiş. Kitapta, bu senaryo da yer alıyor, Tunalı'nın önemli tespitini alıntılıyorum:
"Bilenlere göre, bugün, Türkiye'nin son iki yüzyılına konu olan hiçbir eser, Sâmiha Ayverdi külliyatına baş vurulmadan sinemada, televizyonda, tiyatroda canlandırılamaz."
Tunalı'nın tespiti, Sâmiha Ayverdi'nin eserlerindeki geniş perspektifle ilintili. Tespite katılmamak elde değil. Gelgelelim böylesi eserlerin ardında, kimler Ayverdi kaynağına baş vurdu, kaynaktan kimler yararlandı, ayrıca araştırılmaya değer.
Senaryo hemen şu cümlelerle devam ediyor:
"Elbette edebiyatımız İstanbul'u ve İstanbul medeniyetini seven ve sevdiren büyük isimlerden mahrum değildir. Yahya Kemal başta olmak üzere, Reşat Ekrem Koçu, Nihat Sami Banarlı, Yılmaz Öztuna, Ekrem Hakkı Ayverdi, Süheyl Ünver ve hatta Abdülhak Şinasi hiçbir zaman unutulmayacaktır."
İtiraf edeyim ki, bu "hatta" beni irkiltti. Abdülhak Şinasi Hisar'ın eserlerini çok sevdiğim için değil. Abdülhak Şinasi'nin kaleme getirdiği İstanbul'un bir "hatta"ya ihtiyacı olup olmadığından.
'İhtiyaç' dedim ama, söz konusu hatta, belli belirsiz bir 'indirgeme'yi de içeriyor mu, tam çıkaramadım.
Boğaziçi-Çamlıca-Büyükada üçgeninde İstanbul'u kaleme getirmiş Abdülhak Şinasi, bir yandan da, sona eren bir dünyanın, yaşayışın, kültürün, duyuş ve düşünüşün dökümünü gözler önüne serer. Sadece Ali Nizamî Bey ya da Çamlıca'daki enişte, imparatorluğun kılıç artığı insanlarına eşsiz portrelerdir. Fahim Bey'in hayallerle sarmaş dolaş, bir türlü kılgıya geçmeyen girişimciliği, yine bir kılıç artığının son rüyasını söyler. Yalnızca bu "hikâye" kişileri Hisar'ın 'hatta'sız anılmasına yetip artmaz mı?
Boğaziçi Mehtapları 'şair'i, ayrıca, edebiyat-sanat kişilerinden portreleriyle, İstanbul'da bir çağın nasıl yaşandığına nice belge sunmuştur. Öyle belgeler ki, Hâmid'den Edebiyat-ı Cedide'ye, Ahmed Haşim'e, Yahya Kemal'e, yakın tarihteki edebiyatımızın romanını yazmak isteyenler, Ayverdi'nin külliyatı gibi, bunlara baş vurmaksızın yol alamazlar.
Sempozyum bildirileri arasında, değerli M. Orhan Okay'ın yazısı, "S. Ayverdi'nin Yaşadığı Dönemde Sanat Anlayışımız" başlığını taşıyor. Özlü yazıda, çalkantılar içindeki, dönüşümlere uğrayan sanat anlayışı tahlil edilmiş.
Çalkantılardan uzak durarak, kendi bildiği yolda âdeta tek başına yürüyüp gitmiş Abdülhak Şinasi, hak ettiği ilgiyi, öyle sanıyorum ki bugün de devşirmiyor. Belki yarın...
Tunalı'nın Süheyl Ünver'i hatırlamış ve hatırlatmış olmasına şükran duymalıyız. Fakat Malik Aksel'i asla unutmayarak.
Sonra bir mesele daha var: İstanbul'u, İstanbul kültürünü, -Sn Tunalı'nın ifadesiyle- "Türk edebiyatında en çok eksikliği hissedilen hayat ve hayata dair binbir detay"la yansıtanlar arasında, sivri dillileri de unutmamak gerekir. Mesela Hüseyin Rahmi Gürpınar'ı. Ben de bir hatta ekleyeyim: Hatta, resmî söylemle haşır neşir Musahipzade Celâl'i.
Hüseyin Rahmi'nin olumsuzlayıcı tutumu, ideolojilerden bağımsızdır. İstanbul'un kimliksizleşmesi, sebepler ve kaybedişler açısından, onun romanlarında. Şık'tan Deli Filozof'a bu görkemli kaynak ne kadar çok şey söylüyor!
Sâmiha Ayverdi'nin önemli romanı Yolcu Nereye Gidiyorsun, hem 'alafranga' Nemîde Hanım'a, hem 'alaturka' Yektâ Hanımefendi'ye ağır eleştiriler yöneltir. 'Çöküş'ten herkes payına düşeni almaktadır. Yektâ Hanımefendi'nin birkaç fırça darbesiyle meydana getirilmiş harikulâde portresi, geçmiş konusunda, bir 'maziperest'i değil, enikonu 'serinkanlı' bir yazarı bizimle buluşturuyor. Mutlaka üzerinde durmak gerekir.
Kaynak: www.zaman.com.tr/yazdir.do
Orijinal Link: http://www.zaman.com.tr/yazdir.do?haberno=961360
|