Metin Yazarı, Senarist, Sunucu, Yapımcı, Şair ve Yönetmen

A. Yağmur TUNALI

Ana Sayfa
Hakkinda
Siirleri
Yazilari
Basinda
=> a.y.t medya01
=> a.y.t medya
=> a.y.t medya1
=> a.y.t. medya02
=> Internet Arsivinde A Yagmur Tunali
=> Seb-i Yelda -1
=> Seb-i Yelda -2
=> Kayseri de Yetisen Unluler
=> Tanitim - Kitap - Melal Burcu
Resimli Siirleri
Iletisim
MELÂL BURCU

Rûhumda vakitsiz uyandın çiçek, Akşam öksüz, gece çılgın..ne desem?

A. Yağmur TUNALI
Antalya Vali Yardımcısı Sayın Ekrem YAMAN ile 21.004.2008 günü yaptığım sözlü görüşmede tüm yazılarının sitemizde de yayınlamasına izin vermiştir. Kendilerinin bu davranışı ve yazıları sitemizi onurlandırmıştır. Saygılarımı sunarım.
Site Yöneticisi: Selahattin ALTAŞ
ÖZGEÇMİŞ
        30.10.1954'de Ankara İli Beypazarı İlçesi'nde doğdum. İlk, orta ve lise tahsilini Beypazarı'nda Rüstem Paşa İlkokulu, Beypazarı Ortaokulu ve Lisesi'nde tamamladım. Lise birincisi olarak tamamladığım ortaöğretim hayatından sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye bölümünü 06.03.1978'de bitirdim. Eskişehir Maiyet Memuru olarak 20.05.1980'de başladığım idarecilik hayatımı; sırasıyla Sivrihisar Kaymakam Refikliği, Kıbrısçık Kaymakam Vekilliği, Güdül Kaymakam Vekilliği ve Belediye Başkanlığı, Ilgın Kaymakam Vekilliği ile devam ettirdim. 66. Dönem Kaymakamlık Kursu' nun  tamamlanmasından sonra 15.03.1983'de  Ağlasun Kaymakamı olarak görev aldım. 17.03.1983'de Belediye Başkanlığı görevi de uhdeme verildi. 01.11.1983 – 01.03.1984 tarihleri arasında Erzincan' da piyade er olarak askerlik vazifesini ifâ ettim. 25.03.1984 Mahalli İdareler Seçimleri'nden sonra Belediye Başkanlığı görevini devrettim. 16.10.1986 tarihine kadar Ağlasun Kaymakamlığı görevini sürdürdüm. 27.10.1986 – 12.09.1988 tarihleri arasında Yusufeli Kaymakamı olarak görev yaptım.
  • 15.09.1988 - 02.09.1990 tarihleri arasında Şanlıurfa  Vali Yardımcısı olarak çalıştım.
  • 02.11.1990 - 02.11.1991 tarihleri arasında A.B.D. de Boston yakınlarındaki Wellesley Hills'de Berlitz Language Center'da İngilizce eğitimi aldım.
  • 18.11.1991 tarihinden 17.03.1994 tarihine kadar Karapınar Kaymakamlığı,
  • 01.04.1994 - 05.09.1995 tarihleri arasında Giresun Vali Yardımcısı,
  • 15.09.1995 - 16.09.1997 tarihleri arasında Sorgun Kaymakamlığı,
  • 01.10.1997 - 07.10.2002 tarihleri arasında Çanakkale Vali Yardımcılığı,
  • 10.10.2002 ile 26.11.2006 tarihleri arasında Mersin Vali Yardımcılığı görevlerini ifâ ettim.
  • 01.11.2006'dan beri Antalya Vali Yardımcısı olarak görev yapmaktayım.
Eşim Müyesser hanım 2006 yılı Haziran ayında vefat eti. Evli ve iki çocukluyum. Kızım İrem Antalya Tıp Fakültesi'nde, oğlum Emre dershaneye devam etmektedir.
ADI ve SOYADI         : Ekrem YAMAN
DOĞUM TARİHİ         : 30.10.1954
DOĞUM YERİ            : Beypazarı - Ankara
MEDENÎ HÂLİ           : Bekar, 2 çocuklu
GÖREVİ                  : Antalya Vali Yardımcısı
ADRES (İş)              : Antalya Valiliği
  (Ev)                     : Özel İdare Lojmanı
TELEFON                 : 0242-243 52 62
FAKS                      : 0242-241 08 79
CEP TEL                  : (0505) 2320091
E - MAİL              : ekrem.yaman@icisleri.gov.trBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
WEB SAYFASI     : www.halkapinar.gov.tr/ekremyaman
EĞİTİMİ LİSANS                    : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
YABANCI DİL          : İngilizce
YAZILARININ YAYINLANDIĞI SİTELER
www.halkapinar.gov.tr/ekrem.yaman/makaleler
www.mersintercuman.com.tr
www.mersin.gov.tr/portal
www.makalelerim.com
www.ayyildizgazetesi.com
www.kolayidare.com
(Türkülerimiz)
www.antalyapostasi.com
KİTAP HAKKINDA GÜZEL SÖZLER
"Ölünce unutulmak istemezseniz, ya okumaya değer eser yazın veya yazılmaya değer işler başarın."  Benjamin Franklin 
"Yasalar ölür, kitaplar ölmez." Bulwer Lytton
"İyi kitaplar babalarını ebedîleştiren çocuklardır."  Eflatun
"Bir kitap, içinizdeki donmuş değerleri parçalayarak bir balta olmalıdır."  Franz Kafka
"İçinde iyi yanı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur." Geothe
"İyi bir kitap insana can veren kandır." John Milton
"Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep ve kâğıttır."  Jonathan Swift
"Ben kitaplarımı değil, kitaplarım beni ortaya çıkarmıştır." Montaigne
"Kitaplardan insanı tanıdım."  Roosevelt
"Kitaplar soğuk ama güvenilir dostlardır."  Victor Hugo
"Kitapları seviyor musunuz öyleyse hayatınız boyunca mutlu olacaksınız demektir." Jules Chore
"Ahlâk kurallarına uyan veya uymayan bir kitap diye bir şey yoktur, kitaplar ya iyi yazılmıştır ya kötü."  Oscar Wilde
"Kitaplar, beynin çocuklarıdır."  J. Swift
"Bütün iyi kitapları okumak, geçmiş anıların o mükemmel kişileri ile konuşmaya benzer." Anonim
"Yazarlar ölür, kitaplar kalır."  Bulves Ligtton
"Tek bir kitabın adamı olmaktan kendini koru."[1]  D'israeli
"Okuyun ve kitabı hayatınızın merkezi yapın."  Taha Kıvanç, Zaman, 24.07.1998
"Kâmil odur ki; koya her yerde bir eser, Eseri olmayan yerinde yeller eser." Hz. Hadimî
"Okuduğumuz kitap bir yumruk gibi bizi uyarmıyorsa ne işe yarar?" Franz Kafka
"Okuduğumuz eser, sizi fikren yükseltip, içinizi iyi duygularla doldurmalıdır." Alexandre Pope
"Ümitle açılıp, kazançla kapanan kitap iyi bir kitaptır." Alcott
"İyi kitaplar okumayan adamın okumuş olmasıyla cahil kalması arasında hiçbir fark yoktur."  Mark Twain
"Kültür, bilginin şuurlaşmasıdır." Ahmet Selim
     
 
ÜLKEMİZİN TEMEL MESELESİ KALKINMA VE ÇAĞDAŞLAŞMADIR
        Ülkemizin temel meselesi kalkınma ve çağdaşlaşma... Kalkınma ve çağdaşlaşmanın temeli zihniyet dünyamızda... Ortaklaşa zihniyet dünyamızı oluşturan ana etken kültürümüz... "Kültür bir milletin hafızasıdır." tâbiri cihanşümûl geçerlilikte bir târif...
        Teknolojik devrimi gerçekleştirip "Bilgi Toplumu" çağına adım atan ülkeler safına katılmak için, çağdaşlaşmanın gereklerine gecikmeden ulaşmak zorundayız.
1)      "Tefekkür hürriyeti" olmadan "Bilgi toplumu" hedefine ulaşmak mümkün değildir. Öyleyse düşüncenin önünde hiçbir engel olmamalıdır. Fikir hürriyetine sınırlar getirerek teknolojik devrimi gerçekleştiren bir ülke var mıdır?
2)      "İlim zihniyeti" gerçek anlamıyla yetişen nesillerimizin zihninde kökleşmelidir.
3)      "Araştırma ruhu" olmadan daha ileriye ulaşmak mümkün değildir.
4)      "Gelişme heyecanı" kalkınma ve çağdaşlaşma gayretlerinin hız kazandırıcısıdır.
5)      "Metodlu çalışma" teknolojik birikimin sağlayıcısı ve bütün tekniklerden daha üstün bir kudret kazandırıcıdır.
6)      "Tasarruf alışkanlığı" olmadan sanayileşme ve sanayi ötesine ulaşma nasıl gerçekleşecektir?
Bir millet bütün bu zihniyet ve davranış esaslarını kendi kültür dünyasında bulabilirse bahtı açık demektir.[2]
 
KALKINMANIN TEMELİNDE GENEL KÜLTÜR, KÜLTÜRÜN TEMELİNDE KİTAP VE KÜTÜPHANE VARDIR
 
        İster ekonomik, ister teknik kalkınma olsun, bu kalkınmanın temelinde genel kültürün ve kültürün temelinde de kitabın ve kütüphanenin yer aldığını inkâr edemeyiz.
        Kitap bir medeniyet ölçüsüdür. Bir ülkede basılan kitapların muhtevasına, onların baskı adetlerine, satışlarının miktarına göz attığımız zaman bu kitapların cinsleri, adetleri, tekniği ve dağıtma sistemiyle, o ülkenin uygarlık ölçüsünü hatasız takdir edebiliriz.
        Bir ülkede kitap çok satılıyor, çok okunuyorsa o ülkedeki insanlar arasında fikir dolaşımının zengin ve renkli olduğuna kesinlikle hükmedebiliriz. Kitap sessiz bir fabrikadır. Fikri ve fikir sahibini gürültü etmeden yüceltir ve tanıtır. Kitap aynı zamanda bir nakliye aracıdır. Lokomotiflerin gürültüsünü, otomobillerin ekzos seslerini çıkarmadan dünü, yarına bağlar. Fikri yaygınlaştırır. İnsanları sessiz tartışmalarla belirli aşamalara götürür. Kitap iyiyi, güzeli, doğruyu arayan felsefenin alabildiğine genişleyen formudur. Kamuoyunu çevre ve çerçevelerden kurtarır, her evin içine, her odaya, yazıhanelerin üzerine, yatakların başucuna kadar gider ve fikirleri yayar.
        Kitap evrensel medeniyetin bir parçasıdır. Öyle bir parça ki, bizi en aşağı 5 bin yıl evveline Mısır' ın Papirüs' üne, Asuri ve Keldanîlerin alçıdan yapılmış tabletlerine, Çin' de tahta üzerine hâk edilmiş emirnâmeler ve yine Milâddan 213 yıl evvel kâğıdın Çin' de keşfediliş zamanlarına kadar götürür. 15. Yüzyılda Gutenberg' in bastığı kitaplar ve keşfettiği matbaayı kurmak için gırtlağına kadar borca girmesine, sonra da kurduğu o matbaayı alacaklısına terk etmesine kadar her şey tarihin genel yapısı içindedir. Bugün on binlerce basılan kitaplara mukabil Gutenberg ilk def'a tab ettiği İncil' i 100 adet basmış, ilk nüshasını da Kardinal Mozarin' e vermişti. 1897' de Londra' da satılan bir nüshasına alıcısı 4.000 İngiliz Sterlini, 1926' da bir Amerikalı Yale Üniversitesi' ne hediye etmek üzere Avusturya' da bir manastırdan tedarik edilmiş nüshasına 105.000 Dolar vermiştir.
 
        Kitap, uygarlığın dolayısıyla fikrin gelişmesine hizmet ettiği gibi, uygarlık ve san'at da bilgilerin kâğıt üzerinde tespit edilerek gelecek nesillere kalmasına ve hayâl gücünün zorlanarak kültürün gelişmesine hizmet etmiş ve böylece bugüne kadar gelinmiştir. Bugün kitabın halka ucuz ve bol sunulması bir kültür ve medeniyet mecburiyetidir.
        Bize gelince; düne bakarak Cumhuriyetin kurulduğu tarihten bu yana kitapçılığımızın büyük mesafeler kat etmiş olmasından dolayı sevinebiliriz, ama yarına; olması lâzım gelene baktığımızda da daha çok gerilerde olduğumuzu görerek üzülürüz. Nüfusun artmasına, okuma-yazma oranının yükselmesine ve ulaşım vasıtalarının çoğalmasına rağmen...
        Türkiye' de yazar, eser yazmak için katlandığı emeğin karşılığını alamadığından, editör geniş ilgiyi çekecek yazar kıtlığından, ayrıca kâğıt bulamadığından, kitap sayısının 5-10 bini geçmeyen hâlinden, tevzi imkânlarının darlığından, satış bedellerinin tahsil edilemediğinden velhasıl kitap gibi bir medenîyet aracının hastalığından ve bu hastalığın toplumu da huzursuz ettiğinden bahsetmektedir.[3]
 
TÜRKLERDE KÜTÜPHANECİLİĞİN TARİHÇESİ
 
        Yurdumuzda devlet eliyle kurulan ilk kütüphanemiz; eskilerle yabancıların "Kütüphane-Millî, Kütüphane-i Umum-î" ve en doğrusu, alnına yazılmış kitabesinden de anlaşılacağı üzere "Kütüphane-i Umum-î Osmanî" yani bugünkü adıyla "Beyazıt Devlet Kütüphanesi" dir. Kâğıda, yazı ve kitaba dolaysıyla okumaya büyük önem veren atalarımızın daha Uygurlar zamanında kütüphaneler kurduğunu biliyoruz. İlhanlılar' dan Büyük Selçuklu İmparatorluğu' na  Anadolu Selçukluları' na ve onlardan da Osmanlılara geçen Vakıf kütüphane kurma geleneği, sadece kendi şartları ve imkânları içinde oluşup, işleyen kuruluşların da memleket kültürüne pek çok hizmetlerde bulunmasına vesile olmuştur. Özellikle Osmanlı Devleti' nin gerek yükselme ve gerekse bunu takip eden devirlerde imparatorluğun muhtelif yerlerinde başta Fatih Sultan Mehmed, Kanunî Sultan Süleyman, II. Mahmud, III. Ahmed, I. Hamid, III. Mustafa, Valide Sultanlardan Esmihan Sultan, Nurbani Sultan, Pertevniyal Valide Sultan, Sadrazamlardan Köprülü Mehmed Paşa, Koca Ragıp Paşa, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Şehit Ali Paşa, Kılıç Ali Paşa ile Darüssade Ağaları Hacı Beşir Ağa, Mehmed Ağa, Şeyhülislamlar Feyzullah Efendi, Arif Efendi, Esat Efendi ile ricali devletten reisülküttap Mustafa Efendi ve Selim Ağa' nın kurduğu kütüphanelerden başka, Aziz Mahmud Hüdai Efendi ve Halet Efendi' nin kurduğu tekke kütüphaneleri ve Topkapı ve Yıldız Saraylarında kurulan saray kütüphanelerini görüyoruz.
        Kütüphaneler, diğer okul vb. müesseselerle birlikte, 1826 yılında vakıf müesseseleriyle ilgili bakanlık olan Evkaf Nezareti' nin kuruluşuna kadar, kendi özel vakfiyelerindeki hükümlere göre idare edildiler. Ancak, Maarif Nezareti kurulunca, bu müesseseler Evkaf' tan Maarif' e geçmişlerdir. 1869 yılında yürürlüğe konulan "Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi" nin arkasından 1881' de "Kütüphanelerin Suret-i Tesisi ve Usul-i İdaresi" ne dair talimatname çıkar. Vakıf kütüphaneler yerine, artık devlet tarafından konuya el atıldığını görürüz. Hattâ bu anlayışı, daha geriye de götürebiliriz. Meselâ, Kosava Vilayeti' ne bağlı İpek Livası' nın Yakova Kazası' nda 1863' de hükümetce bir kütüphane kurulduğu biliniyorsa da eldeki bilgilerle, bu teşebbüsün nitelik ve önemi hakkında fazlaca bir fikir edinemiyoruz. Midhat Paşa' nın Valiliği sırasında (1861-64) Niş' de kurduğu ve sonraki Vali Abdurrahman Paşa' nın gayretleriyle 1868' de yeniden hizmete açılan kütüphaneye devlet desteğinin de derecesi pek bilinmemektedir. Bu görüşlere diğer bir örnek de Bağdat' ta Maarif yönetimince 1879-1880 yıllarında kurulan "Maarif Kütüphanesi" dir. Ayrıca Evkaf idaresinin oluşturduğu Bağdat' ın A'zamiye Nahiyesi' nde kuruluş tarihi belli olmayan bir kütüphane, bunlara eklenebilir.
        Devlet eliyle kurulan ve oluşum şartları teferruatı ile bilinen ilk kütüphanemiz, "Beyazıt Devlet Kütüphanesi" dir. Avrupa' daki gelişmelerin Osmanlı İmparatorluğu' na da intikâli ile aradaki sirkûlasyonun artması, bir yerde vakıf eserleri besleyen toprak parçalarının birer birer elden çıkarılmasından başka, aydınların isteği ve bunun devlet kademelerince de ilgi ile karşılanması, pek çok Batı ülkelerinin o güne kadar millî kütüphanelerini kurmuş olmalarının idareye böyle bir kararı aldırdığını söyleyebiliriz. Maarif Nazırı Mustafa Paşa gibi müteşebbis bir eğitimci ve daha o yıllarda, "Memlekette nahiyelere kadar kütüphaneler kurulmalıdır." diyen Sadrazam Said Paşa ve bu kütüphanenin kuruluşuna ayrıca şahsî bütçesinden katkıda bulunacak kadar cömert olan Padişah, Sultan II. Abdulhamid Beyazıt Kütüphanesinin kuruluş kararının tatbikinde etkili olmuşlardır. 1913 yılında kütüphaneler tekrar Evkaf Nezareti' ne bağlandığı halde Beyazıt Kütüphanesi tek başına Maarif Nezareti' nde kalır.
        Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkındaki Kanun, kütüphanelerin koleksiyon yönünden gelişmesine yardım eder. Cumhuriyet' ten sonra bütün kütüphaneler yeniden, Maarif Vekâleti’ne geçer. Daha sonra Başkent Ankara' da Millî Kütüphane' nin temelleri atılır. Millî Kütüphanenin kuruluşu Adnan Ötüken gibi bir değerin öncülüğünde gerçekleşir.
        Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin, İstanbul'un kültürel açıdan merkezî bir yerinde olması ve Türkiye 'de basılan tüm dokümanlardan birer adedinin kütüphanede saklanması, yerli ve yabancı çok sayıda okuyucunun akınına sebep olmaktadır.[4]
TÜRKLERDE KÜTÜPHANECİLİK HAKKINDA BAZI İLGİNÇ TESPİTLER
        Türk Tarihinde ilk kütüphaneler Uygur Türkleri tarafından kurulmuştur.
        İlhanlıların, Büyük Selçuklu İmparatorluğu' nun, Anadolu Selçukluları'nın ve Osmanlıların kütüphane tarihlerindeki ortak geleneğin, "Vakıf Kütüphaneleri" olduğu görülür.
        Eski Türklerde de vakıflar bulunduğu bilinmektedir. Bu konuda elimizdeki en önemli belge Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki Uygur Vakfiyesidir.
        Memleketimizin yaşadığı buhranlı dönemlerin psikolojik sebepleri araştırıldığında, bencilliğin ve sevgisizliğin ağır tazyiki ile karşılaşırız. Şayet, insanlarımıza vakfı kuran ruhu anlatabilmiş olsak, insanlarımız arasındaki düşmanlıkların ortadan kalktığını, sosyal bünyedeki çatlakların lehimlendiğini görmemiz işten değildir.
        Vakıf yoluyla camiler, medreseler, namazgâhlar, mektepler, kütüphaneler, dârüşşifâ ve hastaneler, aşevleri, kervansaraylar, çeşmeler, su yolları ve tesisleri, yollar, köprüler, deniz fenerleri, kale ve istihkâmlar, spor saha ve tesisleri, mesireler, dul ve yetim evleri, emzirme ve büyütme yuvaları, kışın tehlikelerle dolu olan yüksek dağlarda ve geçitlerde cankurtaran istasyonları yerine geçen barınaklar... Ve bunlar gibi nice hayrat binalar vücuda getirilmiş ve bunların önemli bir kısmı zamanla mimarî ve tarihî yüksek değerler kazanarak birer "âbide" haline gelmiştir. Bunlar, yalnız memleketimizin değil, insanlığın iftihar ettiği medeniyet âbideleridir. [5]
        Uygur kazıları sırasında Fon Lö Kok'un şu sözleri Türklerin ilk çağlardan bu yana Selçuklulardan, Osmanlılardan çok önce de büyük bir medeniyetin sahibi olduklarını göstermektedir:
        "İngiltere, Fransa ve Almanya' da böyle şeyler yokken güzel ve büyük bir medeniyetin sahibi olan Türkler cedleri ile haklı olarak iftihar edebilirler." [6]
        "Mertlikle yoğrulmuş Türkler İslâmiyeti bir zırh olarak ruhlarına giydiler."[7] Ve dünyaya Türk-İslâm Medeniyetinin şâheserlerini sundular.
 
        Osmanlılarda tam anlamıyla kütüphane kavramına ilk olarak Yıldırım Beyazid zamanında kurulan Eyne Subaşı Medresesi'nde rastlanılmaktadır. Yine ilk olarak günümüz kütüphanecilik anlayışına benzer bir anlayış bu dönemde Hafız-ı Kütüb olarak karşımıza çıkmaktadır.
        Fatih Sultan Mehmed, İstanbul' u fethinden sonra Beyazid' daki sarayı yaptırır ve Edirne Sarayı'ndaki kitaplarını naklettirir. Devrin ünlü âlimlerinden Molla Lütfi'yi de Hafız-ı Kütüb olarak buraya tayin ederek Osmanlı İmparatorluğu' nun İstanbul'daki ilk kütüphanesini kurdurmuş olur.
        1470 yılında Fatih Külliyesi içinde ilim talebeleri ile müderrislerin faydalanması için ayrı bir binada kurulan Fatih Kütüphanesi, ödünç vermeye ilişkin şartların ilk görüldüğü kütüphanedir.
        Kataloglama ve sınıflamanın belli kurallar çerçevesine ilk oturtulması ve uygulanması Kanunî Sultan Süleyman devrinde olmuştur.
        1728 yılında ilk Türk Matbaası, Sultan III. Ahmed ve Veziri Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde İbrahim Müteferrika ile 28. Çelebizâde Mehmed Efendi tarafından kuruldu.
        Türkiye, 1992 yılının Ekim ayında TÜBİTAK' ın desteklediği bir proje çerçevesinde ODTÜ Bilgi İşlem Daire Başkanlığı Bilgisayar Merkezi vasıtasıyla İnternet' e bağlanmıştır.
 
        DÜNYADA KÜTÜPHANECİLİK HAKKINDA BAZI TESPİTLER 
Eski Mısır' da Kütüphaneler
        İlk yazılı tabletler oluşturulduktan sonra bunların konularına göre depolanması, kütüphanecilik olayının başlangıcı olarak görülür. İlk kütüphaneler, Mısır 'da ve Mezepotamya' da bulunuyordu. Mısır' da devletin dinî yapısına uygun olarak kütüphaneler, tapınaklarda bulunuyordu. Her tapınağın bir okulu ve bir kütüphanesi vardı. Kütüphaneye tablet evi, mühür evi, papirüs evi gibi adlar verilirdi.
        M.Ö. 3000 de bir belgede kralın rahibi, kralın dostu kitaplar evinin kâtibi olarak adlandırılan bir şahıstan söz edilir. Bu da bir kitaplar evinin bulunduğunu bize ispat eder. Antik çağın eski Yunanlı yazarlarından Diodorus, Tep'de Mısır Hükümdarı II. Ramses Ozymandios' un bir kütüphane kurmuş olduğundan ve kütüphanenin kapısında "Ruhun Doktoru" yazdığından bahsetmektedir. Eski çağda kütüphanecilik, babadan oğula geçen bir meslek niteliğindedir.
En Eski Kitap
        Elde yazılmış en eski kitap, 1984' de Mısır' da Beni Suef' de bulunan 1600 yıl öncesine ait Kıptî ilâhîleridir.
En Küçük Kitap
        En küçük kitap, 1x1 mm boyutlarında 85 Koya olarak Mart 1985' de basılan, çocuk hikâyelerini kapsayan "Old Kingi Cole!" dır. Kitabın sayfaları ancak bir iğnenin yardımıyla çevrilebilir.
En Küçük Gazete
        En küçük gazete, sayfa boyutları 7,6 x 9,5 cm ile  Roseberg, Oregan' da basılan "Daily Banner" dır. 1 ve 2 Şubat 1876 tarihli sayıları günümüzde mevcuttur
En Büyük Gazete
        En büyük gazete sayfası, sayfa boyutları 130x89 cm ile "The Constellation" adlı gazetedir. New York' da 1859' da 4 Temmuz kutlamaları nedeniyle basılmıştır.
İlk Gezici Kütüphane
        İlk gezici kütüphane, Nisan 1905' de Washington İlçe Halk Kütüphanesi olarak kurulmuş, temizlik görevlisi Mr. Thomas, bölgede haftada üç tur yapmıştır. Kitapların kolayca görülebilmeleri için rafların arabanın dışına dizildiği bilinmektedir.
Dünyanın En Büyük Kütüphanesi
        Dünyanın en büyük kütüphanesi, Washington, D.C.' de "The United States Library Of Congres" 24 Nisan 1800' de kurulmuştur. 15.700.905 sınıflandırılmış, 85.694.352 sınıflandırılmamış toplam 101.395.257 materyali kapsar. 265.000 m² üzerine kurulmuş olup, 925 km. raf uzunluğuna sahiptir. 1992' de kütüphanede 5050 kişi çalışıyordu.
Dünyanın En Çok Satan Yazarı
        Dünyada en çok satan yazar, 78 cinayet romanı yazan ve 44 dilde yayınlanan, 2 milyar satan Dame Agatha Christie (1890-1976)'dır. Kendisi ayrıca 19 oyun ve 6 romantik roman yazmıştır. Yıllık telif hakkı kazancının 2,5 milyon Sterlin olduğu tahmin edilmektedir.
Dünyanın En Yaşlı Yazarı
        Dünyanın en yaşlı yazarı, Alice Pollock (1868-1971)' un ilk kitabı olan "Portrait of my Victorian Youth" Mart 1971' de, yazar 102 yaşında iken basılmıştır.
En Çok Roman Yazan Yazar
        Dünyada en çok roman yazan yazar, Güney Afrikalı yazar Kathleen Lindsay' dır. 904 romanı basılmıştır.
KÜTÜPHANE HAFTASI KUTLAMALARI
        Millî kültür mirasımızı yaşatan, nesillere intikal ettiren, insanlığın kültür ürünlerini toplumun istifadesine sunan kütüphanelerimizi tanıtarak, vatandaşlarımızın kütüphanelere karşı ilgisini çekmek, kitabı ve kütüphaneyi sevdirmek gayesiyle yurdumuzda 1964 yılından bu yana kutlanmakta olan Kütüphane Haftası dünyada ilk defa Amerikan Kütüphaneciler Derneği'nce geçen yüzyılın başlarında kutlanmaya başlanmıştır. Türkiye' deki ilk kutlamayı Türk Kütüphaneciler Derneği yapmıştır. Daha sonra Kültür Bakanlığı' nın da Kütüphane Haftası' nı benimsemesiyle birlikte faaliyetler bütün yurt sathında daha yaygın, etkili ve zengin bir muhteva ile sürdürülmüştür.
        Kütüphane Haftası' nı kutlamaktan elde edilecek fayda, hafta boyunca ilmî ve kültürel faaliyetlerle toplumun ilgisini kütüphanelere yönlendirmek, kütüphaneleri ve yaptıkları hizmetleri tanıtmak, insanımızın okuma şuurunu geliştirmek üzere sohbet, konferans, panel gibi toplantılar düzenlemek, kütüphanelerin toplum hayatındaki önemini ve konumunu olması gereken seviyeye yükseltmek konusundaki engel ve meseleleri tahlil etmektir.
        Milletlerin eğitim ve kültür bakımından gelişmesinde basılı fikir ürünlerinin yeri ve önemi büyüktür. Bir memleketin içinde bulunduğu eğitim ve kültür seviyesi, sosyo-ekonomik hayatı, o ülkede basılan ve çeşitli usûllerle çoğaltılan belgelerde yansır. Millî varlığımızı oluşturan bu belgelerin toplanması,saklanması, duyurulması, toplumun istifadesine sunulması ve gelecek nesillere intikalinin sağlanması kütüphaneler yolu ile gerçekleşmektedir.
        Kütüphaneler, fikirlerin dağıtım ve paylaşılmasında kilit mevkii işgâl etmektedirler. Çünkü insan düşüncesi ve ideallerinin kayıtları ve yaratıcı muhayyilelerinin ifadeleri, buralarda herkesin istifadesine serbestçe sunulmaktadır. Halk kütüphaneleri; dinlendirici, eğlendirici ve boş zamanları hoşça değerlendirme ve insanın kendi kendisini yetiştirmesinde önemli vazifeler üstlenen müesseselerdir. Öte yandan kitap satın alma yoluyla basın alanında dinamik bir rolü de yerine getirirler. Çünkü hem sınırlı bir okuyucu kitlesine hitabeden kitapların bakımını ve hem de dünya edebiyatının zor bulunan klâsiklerinin yeni basımlarına imkân sağlayarak, yeni fikir üretimine de katkıda bulunurlar.
        Bir milletin her yönden kalkınmış olması, o milletin sorumluluğunu üzerine alacak genç nesillerin çok iyi bir şekilde yetişmiş olmasıyla mümkündür. Bu bakımdan geleceğimizin garantisi olan çocuklarımızın ve gençlerimizin, hızla gelişen karmaşık bir dünyada ilim, kültür ve san' at alanlarında ve özellikle millî bekâmızın muhafazası yönünden daha iyi yetişerek, günümüzün önemli mes' elelerini anlamaları ve geleceğe en iyi tarzda hazırlanmaları, demokratik hayatımızın gelişmesinde ve muhafazasında kendilerine düşen vazifeleri yapmalarında, kütüphane ve kütüphanecilere büyük vazife ve mes'ûliyetler düşmektedirler. Bunun için çeşitli fikir ürünlerini her yaş ve seviyedeki vatandaşlarımızın istifadesine sunan, sadece kitap okunan ve ödünç kitap alınan yerler, aynı zamanda sergi, açık oturum, konferans v.b. sosyal ve kültürel faaliyetlerin de merkezi olması sebebîyle bir nev'î "Halkın Üniversitesi" olarak da adlandırılan halk kütüphanelerine insanımızın gelmesini beklemeden, kurulacak iyi bir kütüphane-halk ilişkisi ile kütüphane çevresinin birer kültür merkezi haline getirilerek okuyuculara sunacağımız hizmetin kalitesinin arttırılmasına çalışmalıyız.[8]
        KÜLTÜR HAYATIMIZDA KÜTÜPHANENİN YERİ
        Kültür, maddî ve manevî planda insan hayatına giren her konuyu düşünerek yaşamak ve neticede esaslı eserler ortaya koymaktır.
        Kültürün temeli, "düşünmek" tir. Düşünmek de, bilgi ile bütünleşir; aksi hâlde, bir mânâ taşımaz. Bilginin kaynağını ise, yaşanılan hayatta kazanılan tecrübelerle birlikte, kitap ve dolayısıyla kütüphane teşkil eder.
        Kütüphaneler, insanlık tarihi boyunca ve her millette birer ilim ve irfan yuvası olmuşlardır. Çünkü bilgisiz, kitapsız kültür olmaz. Kültürün mayası kitap, hamuru kütüphanedir. İnsan zihni kitapla mayalanır, kütüphane ile yoğrulursa; kabuklaşmaktan, yani dünyaya, olaylara dar kalıplar içinde bakarak değerlendirmekten kurtulur ve böylece bilginin, kültürün hür ufuklarında alabildiğine ilerleyip, yükselme imkânına kavuşur. İnsanı, ancak metotlu düşünme ve akıl yürütme başarıya ulaştırabilir. Kazandığımız, kazanacağımız her yeni ve faydalı bilgi, bizim daha iyi, daha akıllı ve başarılı olmamızı sağlayacaktır. Kitap ve kütüphane, düşüncenin laboratuvarıdır. Kültürün özünü teşkil eden çeşitli düşünceler, faktörler bu laboratuarda zaman zaman analize ve senteze tâbi tutulur. "Akıl için yol birdir" veciz sözünün, en esaslı tespit noktalarından birisi, kütüphanelerdir. Sağduyuya, akla dayalı isabetli kararlar, insanın en emniyetli kilidi; kitap ve kütüphane de, bu kilidin anahtarıdır. Yalnız, okumayı tenkitçi bir gözle gerçekleştirmek ve her yazılanı mantık süzgecinden geçirmek, okumak gerekir. Kitap ve kütüphaneden en iyi şekilde faydalanabilmek için, onların dünyasına girmek; tam bir sabır ve titizlikle, sükûnetle, sanki ibadet edercesine vecd hâlinde kendini bu işe vermek şarttır.
        Konfüçyüs, büyük ve üstün insanı tarif ederken; "yaptığı işlerde ağırbaşlı, konuşmalarında dikkatli, kendisi, kendini tanıyan, okuyan, araştıran, öğrenmeyi seven bir kişi..." ifadesini kullanır. İşte kütüphaneler, insanın kendini bulduğu ve çeşitli yönleriyle tanıdığı sihirli kayaklar, esaslı kültür merkezleridir. Milletlerde, kültür ve medeniyetin göstergesi kütüphanelerdir. Bütün ilerlemiş milletlerde insanların kütüphanelere girebilmek, oralardan faydalanabilmek için uzun kuyruklar meydana getirdikleri, hattâ saatlerce bekledikleri bilinmektedir. Kitap ve kütüphane kültür ve medeniyetle doğru orantılıdır.
        Bugün, yeteri kadar okuduğumuzu, kitabı ve kütüphaneyi sevdiğimizi kendimize mâl edebildiğimizi söyleye bilmekten uzak bulunuyoruz. İki şeyi bir birine karıştırmamak lâzımdır. Diploma sahibi olmak, bir makama, mevkie ve hattâ yüksek bir makama oturmakla aydın kimse olmak, aynı şeyler değildir. Münevver insan; devamlı okuyan, araştıran, yenilikleri takîp eden, düşünen insandır. Okumak, düşünmek ve kültürlü olmak; her şeyden önce bir inanç meselesidir. Hangi tahsili yapmış, hangi mevkide bulunmuş olursa olsun; kitap ve kütüphanenin dünyasına girememiş, kendisini şu veya bu dedikodunun, basit haberlerin, kanaatlerin yönlendirdiği kimseler aydın sayılamazlar. Aksi hâlde bu; aklın ve sağduyunun iflâsı demektir.
        Bugün; millet, hak, demokrasi, aile, gençlik, din, dil, kültür, san' at, medeniyet, akıl, terbiye, insan, bilgi.. gibi son derece tabiî sayılabilecek kavramlar etrafında dahi şöyle on dakika olsun doyurucu, konuşabilecek kaç yüksek tahsilli insan gösterebilirsiniz? Bu bakımdan artık diploma sahibi bulunmakla aydın kimse olmayı bir sanma gafletinden uyanmalı, sıyrılmalı; kitabın ve kütüphanenin dünyasına girmeliyiz. Bugün kaç kişi kültür, ilim ve san' at dergilerinden bir-ikisini olsun takip ediyor? Kaç kişi haftada en az bir tane kültürünü arttırıcı kitap okuyor? Bugün kaç kişi yaşadığı şehirde veya kasabada devletin bütçesiyle, personeliyle hizmetine sunduğu kütüphanelerin yerini biliyor, içine girip oralardan faydalanmasını düşünüyor? Bu sorulara cevap aramak ve bulmak mecburiyetindeyiz. Okuyan, kitabı ve kütüphaneyi seven nesiller yetiştirmek, devlet ve milletçe üzerimize düşen en önemli vazifelerden biri sayılmalıdır. Bu hususta, Kültür ve Millî Eğitim Bakanlıkları' nın birlikte hareketiyle hazırlanacak esaslı plan ve programlarla; başta öğretmenler olmak üzere, bütün kamu görevlilerinin, yetişkinlerin ve özellikle gençlerin kitap ve kütüphane konusunda eğitilmeleri, konunun ciddiyetini kavramaları son derece yerinde olacaktır. Kütüphanecilerimizin de, tam bir anlayış, hoşgörü, sabır ve fedakârlıkla okuyucu hizmetlerine koşmaları, bilhassa çocukların ve gençlerin isteklerine sabırla cevap vermeye çalışmaları, birtakım bürokratik işlemler yüzünden gelenleri kitap ve kütüphaneden soğutmamaları; memur ve hizmetlileri yetiştirmeleri son derece faydalı olacaktır.[9]
 
KÜTÜPHANE HAFTASININ DAHA FAYDALI HİZMETLERE VESİLE OLMASI İÇİN BAZI TEKLİFLER
 
        Bugüne kadar gösterilen ve bundan sonra daha şuurlu ve etkili gayretlerle; her yaş ve seviyedeki vatandaşlarımızın bilgili, kültürlü, işlerinde başarılı ve dolayısıyla mutlu; böylece kendine, çevresine, milletine ve yurduna faydalı olarak yetişmesine katkıda bulunma gücüne sahip olan kütüphanelerin, millet hayatındaki yeri ve önemi her geçen gün daha çok anlaşılacaktır. Bunun sağlanmasında ise kütüphane haftaları etkili olmaktadır.
        Aşağıda belirtilecek tedbirlerle yeni hizmetlere vesile olunacaktır:
1)      Üniversite ve Yüksekokul Kütüphaneleri ile orta dereceli okul kütüphanelerindeki potansiyelin harekete geçirilmesi zamanıdır.
2)      Kütüphanelerimizi; bina, bütçe, koleksiyon, personel ve okuyucu / araştırmacı açısından yeniden gözden geçirmek, çalışmalarımızı plan ve prensiplere bağlamak, standartlar geliştirmek ve bunları gerekli kanunî dayanaklara oturtarak; çocuklarımız, gençlerimiz ve bütün vatandaşlarımızın özlem ve ihtiyaçlarına cevap verecek dinamik çalışmalar yapmak mecburiyetindeyiz. Bunun için devletimizin imkânları yanında, bütün vatandaşlarımızın mahallî idarelerimizin her zaman olduğu gibi bundan sonra daha da şuurlu ve etkili yardımlarına ihtiyaç vardır. Ezelî okuma ve kitap dâvâmızın; önce evden başlayarak, okulda, kütüphanelerimizde ve nerede olursak olalım bir hayat boyu el ele verip inançla ve inatla hep birlikte üstesinden gelmemizin şart olduğuna inanıyorum. Bu önemli mes'elenin çözümü, sadece devlet veya devletin kütüphanecileri ve kütüphane otoritelerinin işi değildir. Aksi hâlde, Atatürk'ün hasretle işaret ettiği çağdaş uygarlık seviyesini aşmamız, uzak hattâ hayâl görünüyor.[10]
3)      İnsanlarımızın niçin az okuduğu ve halk kütüphanelerinin yurt sathında daha etkili olabilmesi konusunda bir "politika dokümanı" oluşturulması 1987'de Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından planlanmıştı. Gelinen nokta araştırılmalıdır.
4)      Türkiye'de kitap temel ihtiyaç maddelerinden değildir. Kitabın temel ihtiyaç maddelerinden biri sayılması, KDV gibi fiyatı arttırıcı unsurlardan kurtarılması gerekir. Satışı gitgide azalan yayınlardan alınan KDV' nin, devlet bütçesine dişe dokunur bir katkı sağlayacağını düşünmek de güç. Öyleyse niçin okuma alışkanlığını teşvik gayretinin önüne bu engeli çıkarıyoruz? Kitap okuma alışkanlığını teşvik edecek en etkili desteklerden birinin de KDV' siz yayın olacağını sanıyorum.
5)      Okuma sevgisinin nasıl kazanılacağına dair ayrıntılı etütlere ihtiyaç vardır. Bu millete kitap sevgisi aşılanmalıdır.[11]
6)      Çağımızın kaçınılmaz ihtiyacı hâline gelen "bilgi toplumu" nun  oluşturulmasında kütüphanelerin çok önemli fonksiyonları olacaktır. Onları bu işlevi gerçekleştirecek bir anlayış ve donanımla yeniden düzenlemek, onlara çağın ve teknolojinin gerektirdiği yeni kimliğini kazandırmak zorundayız.[12]
7)      Dünyanın en nadide yazma eserleri bizim kütüphanelerimizdedir. Bunları ciltleriyle birlikte tedavi etmek vazifemizdir. Süleymaniye Kütüphanemizde bu kitapları tedavi etmek için kurulan kitap patolojisi servisi görenleri hayrete düşürecek bir ustalıkla bu millî değerlerimizi tamir ediyor. Ama çalışan uzmanların sayıca azlığı yüzünden ihtiyacın hakkından gelinemediği de bir hakikattir. Yabancı araştırıcılar genellikle kütüphanelerimizdeki yazma eserlerinden istifadeye çalışmaktadırlar. Eski tarihli bir tespite göre, müzelerimizde ayrıca kıymet taşıyan 25.000 el yazması eser mevcuttur.
8)      II. Dünya Savaşı'ndan sonra maddî hayata, geçime, tüketime yönelen insanlığı, daha yaratıcı hâle getirebilmek, daha müreffeh kılmak için dünya milletleri ile birlikte dimağı ve duyguyu zenginleştirmek, mide gibi beyin ve duygunun da isteklerini karşılamak gayemiz olmalıdır.[13]
9)      Ahmet Hamdi Tanpınar' ın yıllar önce büyük bir acıyla ortaya koyduğu gerçekler, ne yazık ki bugün de karşımızda durmaktadır. Tanpınar: "Büyük okur-yazar kütle yerli muharririni okumuyor. Bu demektir ki, kendimizi beğenmiyoruz ve sevmiyoruz. Maalesef realitelerimizden en hazini budur. Diğer taraftan, henüz (Türkiye'de) modern ev teşekkül etmedi.(Türk evinde) kütüphane yok. Dışarıya çok bağlıyız..." diyor.
Aydınlığın kaynağında Doğu kültürü yanında Batı kültürü, mükemmel bir tarih şuuru, ciddî bir dikkat ve sanatkâr bir şahsiyet vardır.
10) Türkiye'yi kitap okuyan kültürlü insanlar diyarına dönüştürebilmek için hepimize görev düşüyor. Bu görev; okuma-yazma öğrenenlerin bu gayretlerini geliştirme imkânını kendilerine sağlamak, bunun için de her yerde kütüphaneler ve kitaplar bulundurmaktır. Kitaplar, kendilerinden istifade edenlerin, onları okuyanların çokluğu oranında değer kazanır ve milletlere faydalı olurlar. Maddî imkânları iyi olanların ülkemizin kütüphanesi olmayan yerlerine yardım ellerini uzatmaları gerekir.
11) "Osmanlıların hükümran oldukları Avrupa ülkelerinde kayıtlara geçmiş olan tarihî eserlerin sayısı 19 bini aşmaktadır. Fakat bu kadar eserden günümüze kalanların azlığı san'at sever ve şuurlu kimselerde, insanlık ve dünya kültürü hesabına üzüntü yaratır."[14] Bunların içinde kaç tane kütüphane olduğu meçhulümüz. Afrika ve Orta Doğu' da hâkimiyetimiz altında kalan ülkelerdeki eserlerin envanteri bile çıkartılmamıştır. Bu görev ölülerin değil dirilerindir.
12) Milletlerin kalkınmasında, yetişmiş, bilgili, kültürlü, genç insan unsurunun önemi ve etkisi çok büyüktür.
Doğruluk, objektiflik, tarafsızlık, kontrol edilebilirlik ve açıklık gençlerin çalışmalarında başlıca ilkeleri olmalıdır.[15] Gençliği çok iyi motive ederek yetiştirmeli ve ülke kalkınmasının dinamosu yapmalıyız.
        Kütüphane Haftasının kütüphanecilik ve yayın dünyamıza hayırlı ve başarılı sonuçlar getirmesini dilerim.
                                                           Ekrem YAMAN
                                                         Mersin Vali Yardımcısı
[1] Ömer ULU, Gediğini Arayan Taşlar, İstanbul, Sistem Matbaası, 2001, s.(217-218).
2Namık Kemal ZEYBEK, "Kültür Üzerine," Millî Kültür Dergisi, Sayı :64(Nisan 1989), s.1.
 
[3] Cihat Baban'ın Kitap Sempozyumu Açış Konuşması, 15.06.1981, Millî Kültür Dergisi, C:3, Sayı: 2(Temmuz 1981), s.59.
[4] Hasan DUMAN, "Beyazıt Devlet Kütüphanesi 100 Yaşında (27 Eylül 1882-27 Eylül 1982), " Millî Kültür Dergisi, Sayı:37(Aralık 1982), s.(58-61).
 
[5] Yağmur TUNALI," Vakıf Müessesine Bir Bakış," Millî Kültür Dergisi. Sayı:46(Eylül 1984), s.(64-67).
[6] İbrahim MİNNETOĞLU, "Türk Olmak," Millî Kültür Dergisi, Sayı:47(Aralık 1984), s.56.
 
[7] Prof. Dr. Münir DERMAN, "Eski Türk Yasasından Bir İki Madde," Millî Kültür Dergisi, Sayı:49(Temmuz 1985), s.7.
[8] A. Mesut YILMAZ, XXIII. Kütüphane Haftasının Açılışı Dolayısıyla Yaptığı Konuşma, Millî Kültür Dergisi, Sayı :57(Mayıs 1987), s.(2-4).
[9] Doç. Dr. Önder GÖÇGÜN, "23. Kütüphane Haftası, Sebebiyle Kültür Hayatımızda Kütüphanenin Yeri," Millî Kültür Dergisi, Sayı :57(Mayıs 1987), s.(60-61).
[10] Hasan DUMAN, XXIII Kütüphaneler Haftasında Yaptığı Konuşma, Millî Kültür Dergisi, Sayı : 57(Mayıs 1987), s.(5-6).
[11] Ekrem YAMAN,"Okuma Sevgisi Nasıl Kazanılır?,"Mesaj Dergisi, Sayı: 180(03-09.Temmuz 1995), s.(40-44).
[12] Doç.Dr. Necmeddin SEFERCİOĞLU, "XXIV. Kütüphane Haftası ve Bazı Sorunlarımız," Millî Kültür Dergisi, Sayı : 62(Eylül 1988), s.89.
[13] Kültür Bakanı Cihad BABAN' ın İlk Basın Toplantısı Medni, Millî Kültür Dergisi, Cilt: 3, Sayı:3(Ağustos 981),s.(57-59)
[14]Millî Kültür Dergisi, Cilt:2, Sayı:9 (Şubat 1981),s.68.
[15] Millî Kültür Dergisi, Sayı:57(Mayıs 1987), s.1.
ÖĞRETMENLER HAFTASI
1982   yılından beri her yıl  24  Kasım gününü “Öğretmenler Günü “olarak kutlamaktayız.
Bizler için, anne ve babamızdan sonra üzerimizde en  çok emeği olan öğretmenlerimizden okumayı, yazmayı, hesap yapmayı onların sayesinde öğreniyoruz. İlkokula başladığımız ilk günden itibaren, bize yol gösteren, bizi eğiten, okutan öğretmenlerimiz, daima saygıyla anmak mecburiyetinde olduğumuz kişilerdir.
A-    Öğretmen Kimdir?
“Bir öğretmen ebediyete hükmeden insandır. Tesirlerinin nerede biteceği asla bilinemez”(3)
Servetini, düşüncesini ve sözlerini başkalarının iyiliği için harcayan boşuna yaşamış    sayılmaz
“Gönül gözü ile bakanlara çıra gerekmez, onlar karanlıkta  da görürler” diyen Mevlâna âdeta öğretmeni tarif ederken “Bilmediğin şeyi sor; sorma zilleti, bilme şerefine giden yolda kılavuzundur.”  diyen Sadi öğrenmede ölçüyü ortaya koyuyor.
Dünyayı idare eden fikirler değil kuvvettir, fakat kuvvete yerini kaybettiren her zaman fikirlerdir.
 “Öğretmen kandile benzer. Kendini tüketerek başkalarına ışık verir.”(4)
 “İyi bir öğretmen kendisini yavaş yavaş gereksiz yapabilen biridir.” (5)
                        B- Cehalet  
Bugün yarının dünü olacağına göre, bugün, yarın, dünden memnun olacak şekilde hareket etmeliyiz…
  Dünyada en korkunç şey cehaletin harekete geçmesidir. İnsanoğlu sadece üstünü ve evini süslemekle uğraşırsa içini süslemekten mahrum kalır.
  “Fırsat herkesin ayağına gelir, ama fırsatı değerlendiren azdır.”(6)
 
Bir ülke ve milletin geleceği hakkında fikir yürütmek istiyorsanız, ülke ve milletin bugünkü nesline bakmanız gerekir. Yani neslin eğitim seviyesi bu konuda önemli bir kıstastır.
“Eğitim görmekle görmemek, ölülerle diriler arasındaki fark kadardır.”diyen Aristo ne kadar haklıdır. (7)
C-Eğitim
 “Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, çağır.
 Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır.”diyen Mehmet Akif hayatın gayesini tarif  ediyor. Şairin dediği gibi;
“Öyle bir ömür geçir ki olsun
Mevtin  sana hande, halka matem” ölçüsü ne güzel ölçüdür.  Başkasına faydamız olmuyorsa  bari zararımız dokunmamalıdır.
Başkasını ıslah etmek isteyen evvelâ  kendisini ıslah etmelidir.
Bildiğini bilenin arkasından gitmek kazançtır. Bilindiği gibi “terbiye ana dizinde başlar; her söylenilen kelime çocuğun kişiliğine konan bir tuğladır. “ (8) Öğretmen bu kişiliğin gelişimini sağlayan mimardır.
Ç - Çocuk Eğitimi
 “Bizim adam olabilmemiz için çocuklarımızı okutmaktan, asrın icabına göre terbiye etmekten başka çare yoktur. Kendimiz ister okumuş, ister okumamış, ister iyi terbiye görmüş, ister görmemiş olalım, artık maziye karışmış sayılacağımız için bugün düşüneceğimiz bir şey varsa, o da istikbaldir, evlâtlarımızdır.
Çocuklarımıza kendi terbiyemizi vermeye kalkışarak cinayet işlemiş oluruz. Hz. Ali (R.A) diyor ki, “ ciğerparelerinize  yalnız kendi terbiyenizi giydirmeye çalışmayınız. İyice hatırınızda olsun ki, onlar  sizin yaşamakta olduğunuz zamandan başka bir zaman için yaratılmışlardır.”(9)
 Çocuklukta öğrenilen şey taşa kazınılan levha gibidir.
Çocukların öğütten çok iyi örneklere ihtiyaçları vardır. Çocuklarımızın kritikten çok iyi örneğe ihtiyacı vardır. “ Yarınlar yorgun ve bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen, gayretli insanlara aittir.” diyen Çiçero asırlar öncesinden çocuk eğitiminde öğretmenin önemini haykırır gibidir.
               D- Öğretmenin Eseri
Toplum içinde “İlim fidanını diken şeref ve şöhret meyvesini toplar.”(10) İnsan yalnız eseriyle konuşmalıdır.
 “Kâmil odur ki, koya her yerde bir eser;
Eseri olmayanın yerinde yelken eser. “
Diyen Hz. Hadimi dünyada kalıcı olmanın kıstasına işaret etmektedir.
“Düne dair ne varsa
  Dünde kaldı cancağızım
  Bugün yeni bir gün
  Yeni şeyler söylemek lâzım …”
Diyen Mevlâna öğretmenin yenilikçi yanına  temas etmektedir.
Öldükten sonra yaşamak isteyen ölmez bir eser bırakmalıdır“Devlet adamları, gelir geçerler. Milletlerin hayatında izleri payidar olan, muallimlerin elleridir.” (11)
“Dünyada her şeye kıymet biçilebilir. Ama öğretmenin eserine kıymet biçilemez.” (12) diyen Sokrates öğretmenin eserinin değerini ifade ederken Seneca da  genç öğretmenlere adetâ öğüt verir gibi  konuşur:” İnsanlar öğretirken öğrenirler.
           E- Türkiye’ de Eğitimin İlk  İki  Önceliği
 Bilindiği gibi  tenkit akıllı insanları güçlendirir, ahmakları ise öfkelendirir.
 “Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun uyanamadan olacak,
Kim bilir? Nerede, nasıl, kaç yaşında,
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.”
Diyen şair vicdan adı verilen İlâhî kavramı kalbinde canlı tutmaya gayret edenlere dünyanın hizmet durağı olduğunu hatırlatıyor ve çalışmaya teşvik ediyor.
Gelişen ve modernleşen Türkiye'mizde eğitimin yaygınlaştırılması ve kalitesinin yükseltilmesi önde gelen iki önceliğimizden birisidir. Eğitimin sadece okullarla sınırlı kalmaması hayatımızın her sahasına yayılması ayrı bir hedefimiz olmalıdır.
              F-  İnsanda Kıymet Ölçüsü
 “İnsanda kıymet ölçüsü mesleğinde başladığı nokta ile vardığı nokta arasındaki mesafedir” diyen şair Mithat Cemal’ in sözünü Hadis’ in şu hükmü  destekliyor:” Küçüklükte öğrenilenler  taş üzerine  yazılan yazı,  büyüklükte öğrenilenler buz üzerine yazılan yazı gibidir.” Okumadan tekâmül etmek isteyene şaşarım” diyen İbn-i  Mübarek tekâmülün yolunun ilimden geçtiğini  belirtiyor.
Bir dane-i  hakikat  bir harman yalanı yakmaya  yettiğine göre hakikati ehlinden öğrenmeliyiz
 “Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler ise kişileri konuşur ve tartışır.” O halde hedef büyük beyinler yetiştirmek olmalıdır.
Ekrem YAMAN
Çanakkale Vali Yardımcısı
DİPNOTLARI
1-     Necdet EROĞLU  Milli ve Belirli Günler ve Haftalar, Gondaş yayınları, İstanbul, s.65.
2-     M. Kemal ATATÜRK’ ten nakleden Öğretmenim Dergisi, Özel Sayı, 24 Kasım 1981, Eskişehir  İl Milli Eğitim Müdürlüğü yayını,  s.55.
3-     Henry Adams ‘dan nakleden Bilal EREN, Güzel Sözler Antolojisi, 2. Baskı, İstanbul, Ziya Ofset, 1997,  s. 246.
4-     Rufini
5-     Thomes J. Carruthers
6-     Bulwer Lytton
 7-     Sabahat EMİR, Atasözleri ve Özdeyişler, İstanbul, Gülen Ofset, 1989, s. 230.
8-     Hosea Ballov
9-     Mehmet Akif Ersoy
10- Ömer bin Abdülaziz
 11- İsmet İNÖNÜ
12    Bilal EREN, Güzel Sözler Antolojisi,  2.Baskı, İstanbul, Ziya Ofset, 1997, s. 246.
DİPNOTLARI
1-     Necdet EROĞLU  Milli, ve Belirli Günler ve Haftalar, Gondaş yayınları, İstanbul, s.65.
2-     M. Kemal ATATÜRK’ ten nakleden Öğretmenim Dergisi, Özel Sayı, 24 Kasım 1981, Eskişehir  İl Milli Eğitim Müdürlüğü yayını,  s.55.
3-     Henry Adams ‘dan nakleden Bilal EREN, Güzel Sözler Antolojisi, 2. Baskı, İstanbul, Ziya Ofset, 1997,  s. 246.
4-     Rufini
5-     Thomes J. Carruthers
6-     Bulwer Lytton
7-     Sabahat EMİR, Atasözleri ve Özdeyişler, İstanbul, Gülen Ofset, 1989, s. 230.
8-     Hosea Ballov
9-     Mehmet Âkif Ersoy
10- Ömer bin Abdülâziz
11- İsmet İNÖNÜ
12 -   Bilal EREN, Güzel Sözler Antolojisi,  2.Baskı, İstanbul, Ziya Ofset, 1997, s. 246.
TÜRK POLİSİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ
 
Teşkilâtın, kuruluşundan günümüze kadar geçirdiği merhaleler hakkında bazı açıklamalar yapmak istiyorum.
10 Nisan 1845 tarihinde yayımlanan ve İstanbul’daki yabancı misyonlara da Teskere-i Umumiye tarzında gönderilen Polis Nizamnâmesi ile ilk def’a polis adı verilen bir zabıta teşkilâtı kurulmuştur.
Teskere-i Umumiye’den; bu kuruluşun meskûn sahada, ahalinin güvenliğini korumak üzere görevlendirildiği ve kuruluşun başına Tophane Müşiri Mehmet Ali Paşa’nın getirildiği anlaşılmaktadır.
Polis Nizamnâmesi, 17 maddeden oluşuyordu ve bu kuruluşun görevleri sayılıyordu.
Böylece bu dönemde zabıta hizmetlerini yürüten kuruluşların sayısı Seraskerlik, İntisap Ağalığı ve Polis olarak üçe çıkıyordu. Taşrada ise güvenlik hizmetleri Asakir-i Mensure Alayları tarafından yürütülmekteydi.
İstanbul’daki Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 1922 yılında kaldırılmasından sonra 24 Şubat 1923’te İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi de lâğvedilerek yerine Ankara’daki Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’ne bağlı ve il teşkilâtları seviyesinde İstanbul Polis Müdürlüğü ihdas edilmiştir.
Teşkilât, 1930 yılına kadar devamlı bir gelişim göstermiş, Emniyet Umum Müdürlüğü ismini Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü’ne bırakmıştır.
1934 yılında Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu neşredilmiştir. 1937 yılında ise 3201 sayılı Emniyet Teşkilâtı Kanunu çıkarılmıştır.
12 Eylül 1980 tarihinde Emniyet Teşkilâtı 67 İlde Emniyet Müdürlüğü, 452 İlçede Emniyet Âmirliği veya Emniyet Komiserliği şeklinde teşkilâtlanmış, karakol sayısı 912’ye yükselmiş olmasına rağmen Devletin varlığı, halkın huzur ve güvenliğini sağlamak için yeterli mevzuat, teşkilât, nitelikli ve eğitilmiş personel, plân ve program, araç, silâh ve gereç ve morale sahip bulunmuyordu. Yüzlerce şehit verilmesine rağmen görevin üstesinden yeterince gelemiyordu.
Devlet ve millet olarak varlığımızın hürriyetçi demokratik düzen içinde her türlü iç ve dış tehlikeden uzak tutulması, kanun hâkimiyetinin sağlanması ve korunması, yurt içinde huzur ve nizamın temini, vatandaşların can, mal ve ırz güvenliğinin sağlanması ve korunması, suç işlemeye yönelik davranışların önlenmesi, işlenmiş olan suçların işlenmeye devam olunmasının engellenmesi ve sanıklarının yakalanarak adalete tevdi edilmesi, ilgili kanunların ve diğer mevzuatın kendisine tevdi ettiği hizmetlerin ifâsı polisin temel görevlerini teşkil eder.
Anayasa’nın tanıdığı hürriyetlerin değişik tarzlardaki anlayışla değişik biçimlerde kullanılmak istenmesi, siyasî faaliyetler, işçi hareketleri ve sendikal faaliyetler, eğitim müesseselerinin etkinlikleri, dernek faaliyetleri ve sportif faaliyetler polisin görevlerini yerine getirirken çok dikkatle takip edeceği ve polis fonksiyonunun devamlı bir gelişme içinde bulunmasını gerektiren unsurlardır. Denilebilir ki, polis hizmeti kamu hizmetlerinin en karışık ve değişken olanıdır.
Türk Polisi bu güç ve fakat son derece şerefli görevini kanunların kendisine tevdi ettiği yetkileri kullanarak ifâ etmek mecburiyetini her zaman kalbinde yaşatmış ve hissetmiştir.
Türk Polisi kanını ve canını feda etmekten çekinmeksizin, mesleğe girerken ettiği yemine sadık kalarak ve büyük bir feragat örneği göstererek görevini ifâ etmiş olmanın şeref ve gururuna sahiptir.
Emniyet Teşkilâtı Kanunu gereğince teşkilâtlandırılmış olan polis; Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu ile Polis Vazife ve Salahiyet Tüzüğü’nde belirtildiği üzere asayiş, amme ve şahıs tasarruf emniyeti ve mesken masûniyetini korumak, halkın ırz, can ve malını ve ammenin istirahatını temin etmek ve yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmek ile görevlidir.
Kanunun yürürlüğe girdiği 1934 yılından sonra çok yönlü olarak değişen ve gelişen yurdumuzda polisin fonksiyonu da değişerek kanunda belirtilen sınırları tamamen aşmış, kanunda sayılanlar polis hizmetlerinin ancak bir bölümünü teşkil eder hâlde kalmıştır. Bugün polisin ifâ ettiği görevler genel olarak 4 bölümde toplanmaktadır:
a)      İdarî görevler,
b)      Adlî görevler,
c)      Siyasî görevler,
d)      Trafik görevleri.
Geçtiğimiz dönemde memleketimizin en acı gerçeklerinden biri de; Emniyet Teşkilâtı’nda ortaya çıkan bölünme, disiplinsizlik, hattâ bu Devlet gücünün personelinden bazılarının bizzat anarşiye katılışı olmuştur.
Ülkemizin asayiş ve huzurunu sağlamakla görevli polisin bir bölümü, karışık ortamın ve siyasîlerin tâviz verici tutumları sonucunda iki dernek çevresinde toplanmış, aşırı sağ ve sol olarak gruplara ayrılmıştır. Az da olsa kanun dışı örgütlerle ilişki kuracak kadar ileri giden bir kısım emniyet görevlisinin zaman zaman militanlarla eylemlere, boykotlara, direnişlere ve hattâ ayaklanmalara dahi yöneldikleri görülmüştür.
Dünyadaki büyük gelişim ve değişmelere paralel olarak yurdumuzda da, hızlı nüfus artışı, sanayileşme, köylerden şehirlere vuku bulan büyük akınlar sebebiyle doğan sağlıksız şehirleşme, dış faktörler, 1961 Anayasası’nın getirdiği kontrolsüz ve geniş hürriyetler, iç siyasî çekişmeler, kasıtlı ve sun’î olarak ortaya konan ırk ve dinî inanç ayırımları ve benzeri birçok sebeplerle memleketimizde büyük bir kargaşa hüküm sürüyordu. Polis Teşkilâtı ise kendini bu değişim ve gelişmelere göre yenileyemiyordu. 1970 yılından sonra birtakım reorganizasyon çalışmaları yapılmış ise de; reorganizasyon için araştırmalar yeterli ve sağlıklı bir tarzda yapılmadığından, varılan kararlar bu sebeple ve diğer çeşitli faktörler yüzünden uygulanamamış ve başarılı olamamıştır. Polisin zafiyetinin yalnızca araç, gereç ve personel azlığından kaynaklandığı şeklindeki yanlış ve kısır inanç değiştirilememiştir.
Daha sonra Emniyet Teşkilâtının merkez ve taşra teşkilâtlarında yapılan düzenleme ile görevlerin yerine getirilmesinde büyük başarı sağlanmıştır. Bugün Emniyet Teşkilâtımız; vatanın bütünlüğünü, milletin bölünmezliğini, Cumhuriyet rejimini ve Atatürk ilkelerini dahilden gelebilecek her türlü tehdit ve taarruzlara karşı korumak, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamak, yurtta emniyet ve huzur ortamını tesis etmek görevlerini en etkili bir biçimde yerine getirmenin gayreti içerisindedir.
12 Eylül Harekâtı polisimize arzuladığı ve hasretle beklediği ortamı temin ve tesis etmiş ve polis tarafsız ve doğru idare edilince neler yapmaya muktedir olduğunu aziz ve necip milletimize göstermiştir. Türk polisi, canı pahasına Cumhuriyetimizi sonsuza kadar koruyup yaşatacaktır.
 
Ekrem YAMAN
KARAPINAR KAYMAKAMI
 
KAYNAKLAR:
1)      Cumhuriyetin 50. Yılında İçişleri Bakanlığı,
2)      Beyaz Kitap, Güney Matbaacılık Sanayi,
3)      Türkiye’deki Anarşi ve Terörün Gelişmesi, Sonuçları ve Güvenlik Kuvvetleri İle Önlenmesi, Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1982.
4)      Cumhuriyetin 60. Yılında Türk Polisi, Ankara, Dönmez Ofset.
Not: Bu makale, Konya Postası’nın 02 Ekim 1992 tarih ve 5707 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.
ÖĞRETMENLER GÜNÜ
 
Atatürk’ün Millet Mektepleri Baş Muallimi oluşunun 53. yıldönümü münasebetiyle “Öğretmenler Günü” olarak kabul edilen 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün yeni bir yıldönümünde aranızda bulunmak ve gününüzün mutluluğunu sizlerle birlikte paylaşmak istedim. Resmî Gazete’nin 26 Şubat 1981 gün ve 17263 sayılı nüshasında yayımlanan “Öğretmenler Günü Kutlama Yönetmeliği” hükümleri gereğince 4. yıldönümünü idrak ediyoruz.
Öteden beri, her toplumda meslekler içinde öğretmenlik en “kutsal” meslek olarak algılana gelmiş, öğretmenliği “ana meslek” saymak, öğretmeni insanın hayatında ana-babadan da ileri bir yere geçirmek, nesilleri onların yetiştireceğine inanmak, cemiyetin kalkınmasında öğretmenlere umut bağlama eğilimleri, uygulamaları, etkileme dereceleri ne olursa olsun, zamanımıza kadar canlılığını koruyagelmiştir. Atatürk’ün “Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak olan sizlersiniz.” sözleri bunun açık bir misâlidir. Öğretmene verilen bu önemli göreve bağlı olarak, “nitelikli öğretmen” yetiştirme işi, öteden beri önem verilmesi ve öncelik tanınması gereken bir iş olarak algılanagelmiş; öğretmen adaylarının, “ideal” kabul edilen birtakım öğretmenlik davranışlarına sahip kılınmalarının ve toplumun “örnek insan”ları olarak yetiştirilmelerinin gerekliliği savunulmuştur.
Ülkemizde, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesinde yer alan “Hangi kademesinde olursa olsun, öğretmen adaylarının yüksek öğretim görmelerinin sağlanması esastır.” ve “Öğretmenlik mesleğine hazırlık genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyonla sağlanır.” hükümleri ile öğretmenlerin yetiştirilmelerinde uyulacak temel esaslar, usûller, kriterler belirlenmiş bulunmaktadır. Buna rağmen, öğretmen adaylarının “iyi” yetiştirilmeleri, öğretmenlik mesleğinin “meslekleştirilmesi” ve cazibesinin arttırılması konularında varolduğu görülen yaygın ve ortak inançların, ülkemizdeki uygulamaları yeterince etkilemediği, öğretmen yetiştirme sistemimizde çelişkiler, kargaşalıklar bulunduğu; öğretmenlerin çok çeşitli kaynaklardan, çeşitli kıstaslara göre yetiştirildikleri; bu kaynaklar arasında bir uyum ve ahenk bulunmadığı; daha da önemlisi, nasıl bir öğretmen yetiştirmek istediğimizin belirli olmadığı; hele, “Öğretmenleri yetiştirecek öğretmenlerin yetiştirilmesi” konusunda belirli bir politikamızın bulunmadığı görülmektedir. Öte yandan 1739 sayılı Kanunda sözü edilen, “Öğretmenlik mesleğine hazırlık” konusundaki kıstaslara uyulmadığı ve ihtiyaç duyulan alanlara “Pedagojik formasyon” almamış elemanların yıllardır atana geldiği de bilinmektedir.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Türk Milleti’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması için sarf edilen gayretler içerisinde muhakkak ki, Türk öğretmenlerinin büyük katkıları olmuştur. Onun içindir ki, Atatürk, öğretmenlerimize ayrı bir değer vermiş, gerek yurt gezilerinde, gerekse resmî ve özel konuşmalarında sistemli ve devamlı olarak öğretmenlerimize hitap etmiştir. “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” ve “Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” hitapları bunlardan sadece ikisidir.
Bilindiği gibi bir ülkenin kurulması, gelişmesi ve geleceğinin güçlü bir şekilde güvenlik altına alınması, eğitim ve öğretim temeline dayanır. Bunun da mimarları öğretmenler olacaktır. Bu yüzden Millî Eğitim Bakanlığı, Atatürk’ün doğumunun 100. yılında 24 Kasım gününü Öğretmenler Günü olarak gurur ve heyecanla kabul etmiştir.
İnsanoğlunun daha iyi bir geleceğe ulaşması için beslenen bütün umutlar ancak öğretmenlik mesleğinin yükseltilmesine ve öğretmenlerin daha büyük kitlelere faydalı olmasına bağlıdır. Medenî hak ve hürriyetlerimizin garanti altına alınması, refahın artması ve diğer bütün umutlarla inançlar yalnız ve yalnız öğretmenlere bağlıdır. Bu sebepledir ki, Türk Millî Eğitiminin gayesi; bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak, nihayet Türk Milleti’ni çağdaş uygarlığın yapıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.
Ünlü bir eğitimcinin; “Eğitimde ihtimâl ki, en fazla tesir ve nüfûza sahip âmil öğretmenlerdir. Müfredat programları, teşkilât, araç ve gereç önemli olmakla beraber, bunlar öğretmenin canlı şahsiyeti ile hayatiyete kavuşturulmadıkça pek az mânâ taşır veya hiçbir mânâ ifade etmez.” dediği gibi eğitim sisteminin her iki bölümünde de aslî öğe öğretmendir.
Öğretmenlik; devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir.
Şurası hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, kanun, yönetmelik ve genel emirlerin içerisinde kaldığı, aslî görevini yerine getirdiği sürece öğretmene, çocuğunu teslim ettiği gün “Eti senin, kemiği benim!” diyebilecek kadar hoşgörülü ana-baba, mahallenin büyüğü ve idare âmiri daima yardımcı olmuş, kendi çocuklarının yetiştirilmesinde ona destek vermişlerdir. Ancak son yıllarda bu desteğin devam ettiğini söylemek herhalde mümkün olmadığı gibi, ülkemizin istikbâline damgasını vuracak olan öğretmen topluluğunu bölmede, öğretmeni günlük siyasetin içine çekmede çıkar umanların gayret gösterdiğini, bu gayretlerini özellikle öğretmen yetiştiren müesseselerimizde yoğunlaştırdıklarını ve bir dereceye kadar da başarıya ulaştıklarını, bunun sonucu olarak da öğretmenlik mesleğinin itibarından çok şeyler kaybettiğini açıkça belirtmek, sanırım, gerçeklere ters düşmeyecektir. Bu sebeple öğretmenlik mesleğinin değerli mensuplarının vazifelerini gereği gibi yapabilmelerinde, meslekî birlik ve bütünlüklerini sağlayıp koruyabilmelerinde kendilerine düşen görevlerin yanı sıra hükûmetlere, idare âmirlerine, velilere ve öğrencilere, diğer bir deyişle, bütün müessese ve kuruluşlarıyla Devlete ve vatandaşlara da görevler düşmektedir. Bu yüzdendir ki, günümüzde öğretmenlik mesleğine eski itibarını kazandırmak, öğretmenler arasındaki birlik ve beraberliği pekiştirmek, bu mesleğe feragatle hizmet etmiş olanları anmak gayesi ile 24 Kasım tarihi “Öğretmenler Günü” olarak tespit edilmiş; günün anlam ve önemine uygun bir şekilde kutlanması için gerekli tedbirler alınmıştır.
Yurdumuzda öğretmen yetiştirmek üzere ilk öğretmen okulu “Dar-ül Muallimin” adı ile 16 Mart 1848’de İstanbul’da açılmıştır.
Türkiye’de öğretmen arz ve talebi arasındaki dengenin bozulduğu 1950’lerden başlayarak ortaöğretimde ve özellikle liselerde öğretmen eksiğinin büyük boyutlara vardığı; kalkınma plânlarımızda, öğretmen açığını kapatmak hususunda yer alan hedeflerin gerçekleştirilemediği, öğretmen eksiğini kapatma girişimlerinde “sayı”ya önem verilerek “nitelik” ve “liyakat”in ihmâl edildiği bilinmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak öğretmen yetiştiren yüksekokulların, yılların ihmâli sonucu birikmiş öğretmen ihtiyaçlarını kısa sürede karşılamaları amacı ile bir anda taşıyamayacakları büyüklükte bir öğrenci yükünün altına sokuldukları; öğretmen kadrolarının niteliği yönünden de, yüksekokul standartları yitirilerek âdetâ liseleştirildikleri, öte yandan öğrenci yükünün yarattığı kargaşa içinde, kolayca uygulanabilen taraflı öğretmen ve öğrenci seçme uygulamalarıyla da, öğretmen yetiştiren kurumlara sokulması son derece tehlikeli olan bir siyasî bunalıma ve anarşiye sürüklendikleri bilinmektedir.
Unutmamak gerekir ki, Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan Türk Millî Eğitiminin gayelerini ve kalkınma plânlarımızın insan gücü, vatandaş ve insan yetiştirmeye yönelik hedeflerini, sıradan, yeterince yetişmemiş öğretmenlerle gerçekleştiremeyiz. Bu yüzden “nitelikli öğretmen” yetiştirmek konusunda alınması mecburî olan köklü tedbirleri daha fazla erteleyemeyiz.
Değerli öğretmenler! Türk Milleti’nin geleceği olan genç nesilleri sizler yetiştiriyorsunuz. Vatandaşlarımızı cehaletin pençesinden kurtarma savaşını sizler veriyorsunuz. Yetiştireceğiniz nesillerde mutlaka sizin izleriniz, hâtırâlarınız ve bedeli asla parayla ödenemeyecek emekleriniz bulunacaktır.
Bir milletin geleceğini hazırlayan böylesine önemli ve ulvî bir mesleğin elemanı olarak sizler; bazı sıkıntıları, çevrenin yokluklarını istismâr etmek suretiyle öğretmen camiasından gözükerek öğretmenlik mesleğinden, meslektaşlarınızdan sizleri ayırma, öğretmeni meslektaşlarının ve onlara hizmet getirmekle görevli olanların karşısında gösterme çabaları, gizli de olsa, geçmişte olduğu gibi, bugün de sürmektedir. Bu çabaların öğretmenlere ve mesleklerine ve en önemlisi de yurdumuza ve milletimize bir fayda getirmediği acı gerçeği ile yakın geçmişte karşı karşıya geldik.
Öğretmenler Gününüzü kutlar, Türk Millî Eğitimine büyük emek ve hizmetleri dokunan, şu anda aramızda bulunmayan bütün öğretmenlerimize, başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere minnet ve şükranlarımı sunarken, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün Milletimize ve öğretmenlerimize hayırlı olmasını, gönül dolusu saygı ve sevgilerimle dilerim.
 
 
Ekrem YAMAN
AĞLASUN KAYMAKAMI

Kaynak: www.gulveren.web.tr/web/index.php

Orijinal Link: http://www.gulveren.web.tr/web/index.php?option=com_content&task=view&id=61&Itemid=52


SERİN MISRÂLAR

Konar yüreğime isminizle bir ışık. Açık pencereme yürür bir deli rüzgâr.

Şiir , قصائد , poems , Gedichte , Poèmes , ποιηματα , Poesie , Poemas , поэмы
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol